33 posts
Artık bu yargılama huyundan vazgeçsen diyorum. Bırakalım insanlar kendi yollarını çizsinler, düşe kalka öğrensinler hayatı. Hata yapmak da insana mahsus değil mi? Önemli olan, düştükleri zaman onlara el uzatacak, gidecek sıcak bir yuva olduğumuzu bilmeleri.
O sert bakışlar, o keskin sözler... İnan ki kimseye faydası yok. Sadece yaraları derinleştiriyor, mesafeleri artırıyor. Oysa biz, birbirimize destek olmak için varız bu hayatta. Bırakalım herkes kendi özgür iradesiyle yaşasın. Yanlış yapsalar bile, sonunda dönecekleri ev bizim sevgimiz olsun.
Unutma, sevgi her şeyin üstesinden gelir. Yargılamak yerine anlamayı, yadırgamak yerine kucaklamayı seçelim. O zaman dünya, hepimiz için çok daha güzel bir yer olacak.
Benim adım gri; iki dünyanın eşiğinde, ne tam bir rüya ne de eksiksiz bir gerçek. Ne karanlık gece gibi ne de aydınlık gün gibi—her anım bir çelişki. ⚫⚪✨
Günaydın yaşamak, intiharın gölgesinde bile,
O inatçı, o vazgeçilmez hevesinle.
Sen ki, güzel kadınların gülüşünde parlayan,
Her şeye rağmen tutunduğum o yegane anlam.
Günaydın yaşamak, bir nefesim, bir hevesim varken,
Bu topraklarda, bu mavi gökyüzü altında.
Sen ki, her anıyla ayrı bir hikaye yazılan,
Ve her şeye rağmen, sevdiğim, özlediğim hayat.
Hayatta yaşadığım ve yaşayacağım bütün hüzünler ve acılar, bir plan dahilinde kendi bilgim ve isteğimle gerçekleşmekte.
Önce Tanrı yeryüzünü kurdu; sessiz ve loş bir diyardı.
Sonra bir melek indi, adımları tüyden hafifti.
Gülümsedi o an, bir ışıltı yayıldı semaya,
Ve güneş doğdu altın bir taç gibi, aydınlattı her yanı.
Toprak sevindi o dokunuşla, canlandı derin uykudan,
Sapsarı buğdaylar fışkırdı, bereket saçtı her yandan.
Van Gogh o sarıya baktı, ilahi bir sırrı sezdi,
Fırçasıyla o rengi çaldı, meleğin gülüşünden hediye.
Bir melek dolaştı insanlar arasında, kalbi sevgi doluydu.
Bir ölümlüye gönlünü verdi, bu yasak bir duyguydu.
Tanrı gördü bu aşkı, kanatlarını aldı o melekten.
Ağladı melek uzun uzun, gözyaşları döküldü derinden.
O yaşlar birleşti, coşkun denizler oldu yeryüzünde.
Utancından saklandı melek, o engin suların dibinde.
Şimdi Ege'nin derinliklerinde bir deniz kızı o;
Sessiz çığlıkları yankılanır, her dalga bir fısıltı.
Beethoven duydu meleğin çığlıklarını, senfoniler yazdı.
Başkası duymadı.
Hayat, ne bir kadehte tükenen şarap, ne de sonsuz bir geceye düşen kara bir gölge... Bazen dudağımızda yarım kalmış bir şiir, bazen de 'Ah o gemi gelseydi' diyen bir yürek. Her 'belki' bir 'hiç'e açılan kapı, her 'sevda' biraz 'ölüm' kokan bir gül.
Sahte gülüşünüzle, kibirli sözlerinizle, insanları aşağılayan bakışlarınızla siz tam bir masal kötüsüsünüz.
Sen, ey Zümrüdü Anka, gizemli kuş,
Kaç kez gördüm küllerinden doğuşunu?
Her yanışın, yeni bir umut oluş,
Gözlerimle izledim o muhteşem dönüşünü.
Dağların ardında, sırlarla bezeli yollarda,
Gökkuşağı kanatlarında süzülüşünü hayal ettim.
Her rengi bir umut, her parıltısı bir sevda,
O ihtişamlı anı bekledim, sabırla seyrettim.
Şimdi de buradayım, aynı yerde, aynı düşle,
Tekrar kanatlarını açtığında göreceğim günü.
O görkemli yükselişinle, yeniden yeşerir içim,
Zümrüdü Anka, bekliyorum seni.
Günaydın efendim, zor bir gece geçirdik. Gölgeler ruhumuzu döverken sesimiz çıkmadı, duvarlara çarpan suskunluğumuz yankılandı. Ama bakın, güneş yeniden doğdu! Şimdi umutlarımız avuçlarımızda yeşerdi, hayallerimiz küçük bir çocuğun gülüşü gibi kaygısız.
Önce birilerinin yokluğu ağır gelmeye başladı, sonra dünyanın yükü ağır geldi. İnsan kendine ağır gelir mi? Ben bana ağır geldim, sonra etim kemiğim ağır geldi. Fazla seçeneğim yoktu. Ya bileklerimi dikine kesecektim ya da kendimden gidecektim.
Çoğunluğun uğultusunda kaybolmaktansa, yalnızlığın yankısı olmayı tercih ederim.
Siz de ne panik yaptınız anlamadım ki! Sabah 'Dünya çok güzel, kuşlar cıvıl cıvıl!' diye uyanıyorum, öğleden sonra 'Her şey boş, hayat anlamsız...' falan takılıyorum. Ne olmuş yani? Sanki sizin hiç inişleriniz çıkışlarınız olmuyor! Bizimkiler biraz daha 'extreme' sadece, o kadar. Hani siz 'hafif bir sinirliyim' dersiniz, biz 'dünyayı yakasım var!' deriz. Küçük farklar işte...
Sanki ruh halimiz bir açma kapama düğmesi gibi, 'hadi canım biraz da depresif takılalım' diyoruz! Yok öyle bir şey tabii ki. Bazen enerjiğim ki maraton koşasım geliyor, bazen de yataktan çıkmak Everest'e tırmanmak gibi. Ama merak etmeyin, genellikle bir sonraki 'çılgın parti' moduna ne zaman geçeceğimi ben de kestiremiyorum!
Saatlerce ağlamak, ciğerlerim parçalanırcasına koşmak istiyorum. Sonra sana gelmek ve göğsünde soluklanmak istiyorum. Göğsünde soluklanmak, güvende hissetmek tüm bu fırtınanın dinmesini beklemek istiyorum.
Sen benim kesilen bileklerimden akan kanım gibisin; benimsin ama bende değilsin.
Sayın Hakim, bu, kalbimin ve zihnimin derinliklerinden gelen bir feryat. Ben, hayata, insanlığa, geleceğe dair beslediğim inancı kaybettim. Artık hiçbir şeye eskisi gibi bakamıyorum. Umudum tükendi.
Her şey anlamsız geliyor. Motivasyonum kalmadı. İlişkilerimde zorlanıyorum. Geleceğe dair hiçbir beklentim yok. Eskiden beni heyecanlandıran şeyler artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Sanki içimde bir boşluk var. Şikayetçiyim hakim bey umutlarımı yıkan çocukluğumu çalan herkesten şikayetçiyim
Sevgim arttıkça medeniyetim azalıyor, sevgilim.
Bakışların başka gözlere çarptığında,
cadı avcısı olurum orta çağda,
yakarım her şeyi bir anda.
seni affetmek için kendime bütün gece yalanlar söyledim. Sen yine ben yokmuşum gibiydin
Neden sustuğumu sorma güzelim. Uzun cümlelerim var fakat ne benim anlatmaya halim var ne de senin dinlemeye tahammülün. Hadi gel denizi izleyelim.
Her şeyi anladım da ihtimal misin,
imtihan mısın bir türlü anlayamadım.
Canına kıyma, can ver. Ölmekse niyetin, yoksul bir çocuğun gülüşü uğruna canını feda et, onurunla öl.
Bakışlarınla çarmıha germiştin bedenimi,
Sözlerinle avuçlarıma çaktığın çivi.
Oysa ben seni severken günahsızdım İsa gibi!
Bir kadeh sun bana, ey saki, gamı dağıtsın;
Bu ömür dediğin nedir ki, bir yudum anımsatsın.
Yarın kim bilir nerede, hangi diyarda eser rüzgar,
Bugünün neşesiyle avun, yarını kim anlatsın?
Ben şarabı senin dudaklarından içtim.
O günden sonra geçmedi sarhoşluğum.
Ben senin teninle zehirlendim.
Bir daha ne istediğimi bilemedim.
Öyle bir güldün ki yolumu kaybettim.
Bir daha kendime gelemedim.
Cehennemime gel ey sevgili, ateş ol, kor ol gel.
Bütün benliğinden arın da gel.
Çırılçıplak bedeninle, alev alev dudaklarınla gel.
Şehvetin ateşiyle yakarak gel, ey benim günahım.
Çocuktum, çok masallara inandım.
Büyüdüm, büyüdükçe çoğaldı yaralarım.
Çok kez durmadan aktı kanım.
Şimdi sen varsın, cehennemime hoş geldin.
İçtiğim şarabın sarhoşluğu geçmedi.
Dudaklarımla zehirlerim tenini,
sen de durma, uyuştur bedenimi.
Birbirimize sığınalım.
Tanrı bile istemezken bizi,
biz isteyelim birbirimizi.
Şimdi seni izlemek dünyanın en güzel rengi ama öpüşürsek birileri rahatsız olur. Boşverelim hepsini, yargılayan herkese sıradaki sevişmemizi armağan edelim.
Ben huzur içinde yattığım bir gece biliyorum. Sen göğsümde yatıyordun. Meğer sol kaburgamın eksiğini tamamlıyormuşsun. Şimdi eksikliğini hissediyorum. Gel, tamamla; sensiz eksik yaşıyorum.
"Öyle kötü bir yazar oldum ki kendi hikâyemin figüranı oldum azizim."
Bir gece ruhumu astım, kalabalığın ortasında öyle yalnızdım ki kimse görmedi. Bütün masumiyetimin ölümünü izledim. Sonra bir sigara yaktım ve dedim ki kendime: "Siktir et."
Belki de benim "ciddiyetsizlik problemim" aslında dünyanın "aşırı ciddiyet problemine" bir panzehirdir. Ne de olsa, biraz kahkaha kimseye zarar vermez, değil mi?
Unutmayın, herkesin hüznü kendine özeldir; tıpkı parmak izi gibi. Sizinkiyle kıyaslamaya çalışmak, anlamsız bir istatistik çabasıdır. Bırakın herkes kendi hüznünde özgür kalsın.